29 Eylül 2010 Çarşamba

DİKDÖRTGEN PRİZMANIN GÖRÜNMEYEN YÜZÜNDEKİ AYRITIN AYIRDINDA MISINIZ?





Okulları açtık, açmasına da henüz uyum sağlayabilmiş değiliz. Geçen sene birinci sınıftık uyum süreci oldukça sarsıcı geçmişti bizim için yaklaşık olarak birinci dönemin sonunda anca anlamıştık okullu olduğumuzu..

Kimden mi bahsediyorum? Kendim ve oğlumdan elbette.. Fazla korumacı anneler çocukları adına konuşmaz, "şekil bir a" da görüldüğü gibi biz diye bahsedermiş.. Misal öğretmenine gidip "Biz bu gün okula hazırız.." gibi cümleler kurarlarmış..Çocuklarına adı ile değil "annecim" diye seslenirlermiş. "Bu gün okulda ne yaptın annecim?" gibi.. Walla psikologlar böyle diyormuş bir yerde okuduğuma göre, ama bu aralar kendimi irdelemekten daha ciddi durumlar var bana göre.. Geçen yıl hissetmediğim ama neredeyse bir günde ayırdına vardığım gerçekler.

Bu sabah tesadüfi bir şekilde rastladığım öğretmenimiz sabah sabah bana oğlumun ne kadar okula uyumsuz olduğu ve okumasının ne kadar geri olduğuna dair düşüncelerini büyük bir endişe ile anlatırken gösterdiğim soğukkanlılığın sebebi aslında yaşadığım hayret olduğunu bilmiyordu tabi. Bu konuşmanın ardından günün ilerleyen saatlerinde beynimden geçen düşünceler, ruh halimin gün içinde süratle değişmesine sebep olsa da, şu an itibariyle ki akşam oldu, oldukça rahatlamış hissediyorum kendimi..

Üç aylık bir aranın ardından oğlumun hiç bir şey olmamış gibi kaldığı yerden devam edemeyeceği gerçeği benim için o kadar normal bir şeydi ki, bu nedenle ilk hafta ve hatta bu hafta da bir tepki bekliyordum kendisinden. Netekim daha okullar açılmadan bir gün önce aramızda geçen diyalog bunun bariz bir habercisiydi zaten..

"Oğlum yarın okul açılıyor"
"Keşke okulların açılması ertelense anne"
"Ertelense bile eninde sonunda açılacak, nereye kadar erteleyebilirler sanıyorsun ki?"
"İkinci sınıf bitene kadar!"

Bu yüksek motivasyonun ilk haftalarda gebe olduğu durumları sezebilecek kadar oğlumu tanıyordum elbette. Yanılmadığımı geçen hafta boyunca okuldan eve döndükten yatana kadar geçen zamanda birfiil yaşadım zaten. Ancak bu hafta sanki her şey biraz daha yolundaydı bana göre, ta ki bu sabaha kadar.

Bu sabah ki konuşmanın ardından, tabi şoktan çıktığımda öncelikle kendime bunun beklenmedik bir durum olmadığını söyledim. Beni şaşırtan da zaten ilk haftanın ardından çocukların belirli bir uyum sürecinden geçmesinin neden normal karşılanmadığı idi. "Back to school" piskolojisi oldukça bilinen ve yaşanan bir durumdu bana göre..

Öğretmenimizin tüm telkinlerine rağmen yaz boyu ödev verilen kitaplar dışında bir kitap okuma başarısı gösterememiştik. Gösterememiştik çünkü zaten sene boyunca okula yeni başlamış bir çocuğun saat yedide ödeve başlayıp dokuza kadar araya akşam yemeği de sıkıştırarak, hafta da bir akşam da spora devam ederek oldukça yorulmuştuk.. Ayrıca okulun tatil olduğu dönemde eşim ve ben çalıştığımızdan yine okula gittiği saatlerde bir yaz okuluna devam etmek zorunda kalmıştı. Ancak üç hafta yıllık iznimiz boyunca bizimle dinlenme imkanı bulabildi. Yaz okuluna devam ettiği dönemde benim de işten gelmemle birlikte sene içinde bahçede oynayamadığından ben de apartmanımızın bahçesinde neredeyse her gün uzun uzun oynamasına izin vermiştim gönül rahatlığı içinde. Gönül rahatlığı diyorum çünkü günümüzdeki çocukların apartman hayatı beni gerçekten üzüyor. Aynı benim çocukluğumda olduğu gibi okul tarzı kuralların ve öğretmen kontrolünün olmadığı bir yerde yaşıtları ile vakit geçirerek oynaması benim için önemli bir kavram. Ertesi günü yaz okuluna gideceği için yine tatil boyunca erken uyumaya da devam ettiğinden bu tempo içerisinde hadi çocuğum oturda kitap oku diyecek bir durumumuz olmadı haliyle.. Ha evet oyundan kısarak vakit ayırmaz mıydık? Ayırabilirdik ama bunu tercih etmediğimi söyledim zaten. Sonuç bu sabah yaşadıklarımız.

Eğer oğlum yaz boyu yaz okulu yerine anneanne, babaanne vb bir ev ortamında olmuş olsaydı elbette gün içinde bir saatin en azından okuma çalışmasına ayrılması durumu söz konusu elbette olabilirdi. O zaman okumasında ciddi bir hızlanma olacağına eminim. Ama şu var ki, oğlumun okuduğunu anlamama gibi bir problemi olmamakla beraber, baştan sağma okuduğunu düşündüğüm zamanlarda bile okuduğu metni detaylarıyla anlatabildiğini biliyorum. Bu nedenle de okumayı çok problem etmemiştim bu sabaha kadar, nasılsa zaman geçtkçe onu da hızlandıracaktı.

Yine belirtmek istiyorum ki, bir çocuğun sürekli arkadaşları ile kıyaslanıp rekabete yönlendirilmesi önerilerine de katılmıyorum ve son derece rahatsızlık duyuyorum bu düşünceden. İnanılmaz ama telkin edilen görüş ne yazık ki bu yönde, çünkü bu çocuklardan beklenti sadece başarı üzerine kurgulu. Oysa benim öncellikli beklentim güvende ve huzurlu olması. Okulun başarısına sağlayacağı katkı ikinci planda. Elbetteki başarılı bir öğrenci olmasından gurur duyarım bunun yanısıra. Kapasitesini de bildiğim oğlumun, bu kapasiteyi maksimum düzeyde derslerinde kullanmasını da isterim ve desteklerim, ancak bunu telkin ederken arkadaşlarının başarıları veya başarısızlıkları üzerinden giderek, onlarla kuracağı duygusal bağı rekabete dayandırmak niyetinde değilim. Bu zaten iş hayatına atıldığında hissedeceği oldukça yorucu bir duygu henüz yedi yaşında bir çocuk için ise oldukça sert bana göre..

Çevremdeki pek çok insanın veli olarak ne hisettiğini sanırım yeni anlamaya başlıyorum. Ancak kendi adıma hep şunu savundum, ben hırslı bir anne değilim, ya da kendi hırslarımı çocuğum üzerinde tatmin etmek gibi bir niyetim yok. Onun kendi kişiliği, kendi renkleri, kendi kapasitesi ve kendi öğrenme şekilleri var. Şu ana kadar bunların hepsi bana göre oldukça olumlu gözüküyor. Tek tip öğrenci modelinde yer almasını  ve eğitim sistemi çarkları içerisinde renklerinin solmasını asla istemiyorum. En azından ben evde bu çarklara destek vermek niyetinde değilim.

Sonuç olarak oğluma on günlük davranışları için kızmadım, kızmayacağımda, eğer birinci dönemin sonuna geldiğimizde bu cümleleri duymuş olsaydım endişelenirdim. Ancak okulun açıldığı ilk haftanın sonunda değil. Ben ona güveniyorum ve başarabileceğine inanıyorum.

Ha başlığa gelince.. Bu dün akşam ki ödevimizin bir sorusu idi. Soruda dikdörtgen pirizimanın görünmeyen yüzündeki ayrıt (biz kenar derdik okulda) sayısı soruluyordu. Henüz üç boyutlu cisimlerle yeni tanışmış ve perspektif görüşü üç boyutlu cisim kavramına yabancı olan oğluma bunu anlatmak oldukça zor oldu benim için. Ama bir arkadaşımdan gelen basit ve işe yarayan bir öneri ile buna bir çare bulabildim ve oğluma şöyle dedim :

"Oğlum bir dikdörtgen veya kare prizmanın toplam on iki ayrıtı vardır bu değişmez. Bu tarz bir soru ile karşılaştığında prizmanın görünen ayrıtlarını sayıp, on ikiden çıkardığında, görünmeyen yüzündeki ayrıtların sayısını bulabilirsin"

Teşekkürler Caner :)

Kuzin Abla

15 Temmuz 2010 Perşembe

AYNI NAKARAT HEP AYNI, AYNI!



Eğer havalar güzelse kimsenin bir sorunu yok.. Güneşi görür görmez, sokaklara atıyoruz kendimizi haftasonu olunca.. Ama eğer dışardaki hava evdeki yer cücelerinin sağlığını tehdit edecek bir durumdaysa, oyun alanları, alışveriş merkezleri gezip duruyoruz.. Her alış veriş merkezinde de geçtim "albeni" yi, deyim yerindeyse "tırmalama beni kaşı beni" modunda binlerce güzel oyuncak raflardan gülümsüyor.. Bir kısmını zaten malum çocuk kanallarından tanıyoruz, akrabayız.. İyi de el değmiyor kardeşim oyuncaklara.. İyi bir oyuncak almanın maliyeti özrü kabahatindne büyük bir benzetme ile neredeyse ayakkabı fiyatına..Ayakkabı fiyatları ise ayrı bir yazının konusu..

Yine de gelir düzeyinize göre, çocuğun kalbi kırılmasın diye üç beş ay da bir bir tane alma moduna giriyorsunuz bütçeniz elveriyorsa, şimdi Allah var paraya kıyıp aldığınız oyuncak evladiyelik olmasa da, piyasadaki ucuz Çin malı oyuncaklara göre daha dayanıklı oluyor. Bu da züğürt tesellisi..

Diyelim aldınız oyuncağı aman bir sevinç, bir sevinç ufaklıkta, taaaaaaaa ki eve gelene kadar.. O kadar uzun ve yoğun bir sevinç dalgası yani..

Ertesi hafta yapacak bir şey yok evde sıkılan çocukla gerek sinema, gerek hadi bir şeyler yiyelim, iki dolanalım maksadıyla gene alışveriş merkezindesiniz.. Göxzü kör olmayasıca oyuncaklar gene orda, sırıtarak vitrinden size bakıyor, size bakıyor ama ufaklığa bakmakla kalmıyor "gel bana" diye bağırıyor. Oyuncakçının önünden geçerken hızlanan adımalırınız, kolunuza asılan ufaklığın freniyle yalpalamanıza neden oluyor.. Cümle hazır :

"Bak daha geçen hafta aldım sana oyuncak, bu hafta alamam"
"Tamam da, sadece bakmak istiyorum"
"Yok, zaten vakit yok bak daha yemek yiyeceğiz"
"Anne ne olur, vallahi almıycam bakıcam sadece.."
"Söz mü?"
"Söz..Hadi.. N'olur...!!"

Hop içerdesiniz..

Daha ilk rafın önünde..
"Anne bunu alabilir miyiz?"
"Hayır, daha geçen hafta aldım, konuştuk ya dışarda.."
"Tamam"
"Peki bunu alabilir miyiz..?"
"Hayır.."
"Ama bu pahalı değil ki..."
"Kaç lira?"
"Yirmi"
"Yok alamam, daha yeni aldık, hadi gidelim.."
"Anne ya ben sana kumbaramdan veririm"
"Çocuğum parası için değil, daha yeni oyuncak aldın"
"Ne için o zaman?"
"Öyle habire oyuncak alınmaz.."
"Niye?"
"İşte...aaa zaman da geçmiş.."
"Ama sen pahalı oyuncak alamazsın demiştin bu pahalı değil.."
"Hayır ben oyuncak alamazsın dedim.."
"Ama yirmi milyonun altında alma hakkım vardı"
"Hayır o bugun değildi"
"Ne zaman?"
"O geçen ay söylediğim şeydi"
"Bu ay öyle bir hakkım yok mu?"
"Hayır"
"Neden?"
"...."
"Ama ben bu oyuncağı çok beğendim"
"Tamam oyuncak alma hakkın gelince bunu alırız"
"Ne zaman gelcek"
"Bir ay sonra"
"Ya ben bir ay bekleyemem bu çok güzel"
"Tamam annecim, sabret önümüzdeki ay alalım"
"Şimdi alalım, önümüzdeki ay oyuncak almayız"
"Olmaz"
"Neden?"
"Çünkü her ay bir oyuncak alabilirsin en fazla..."
"Ama ben bunu çok beğendim"
"Hayır"
"..."
"Peki bakı bu beş lira bunu alsak olur mu, hadi lütfeeen"
"Öbüründen vaz mı geçtin?"
"Evet bunu istiyorum, başka bir şey istemiycem söz veriyorum"
"Olmaz"
"Ya beş lira lütfen ben sana eve gidince kumbaramdan veririm"
"Haaaayııır!!"
"Paran mı yok?"
"Parayla ilgili değil"
"Neyle ilgili?"
"Her zaman, her istediğin yapılamaz"
"Neden?"
"Bazen insanların beklemeyi sabretmeyi öğrenmesi lazım"
"Neden?"
"Yaşamı daha sonra kolaylaştırmak için"
"Tamam ben sonra öğrenicem söz.. Şimdi bunu alalım.. Başka bir şey istemiycem.. Öğrenicem tamam mı?"
"Söz mü?"
"Evet evet evet"
"İyi hadi alalımda gidelim.."

Kim kazandı şimdi :)) Ya da kim ne öğrendi? Ama var ya benim yüreğim şişti :)) Sizin?

Kuzin Abla

13 Haziran 2010 Pazar

Yemiyceeeemmm!!!




Ben "Kızım yesene!" lafları ile büyümüş biri olarak, bu lafı duyduğum anda iştahtan kesilirim. Ne kadar yersem yiyeyim mutlu olamayan bir annem ve babam vardı. Yemek yemekten nefret eder olmuştum. Azmetmiştim çocuğum olunca ben böyle olmayacağım..

Fazla azimli değilim demek ki :)

Doğduğu günden beri yemek yemekten nefret eden bir oğul sahibi oldum. Yine de kendi anılarımı hatırlayarak, annemin çok zayıf bu çocuk demelerine aldırmadan, mümkün olduğunca zorlamamaya çalıştım. "Önemli olan sağlıklı olması anne" diyerek annemi geçiştirdim.

Yedi yaşında hala masada beş dakikadan fazla oturamayan ve sonunda dar zamanlar yüzünden kaşık elimde peşinde dolaşmak zorunda kaldığım oğlum yüzünden, ben bu çocuğa daha masada bile oturtamadım diye bunalımlara bile girdim.

Dışarıda yenen yemeklerde peşinde dolaşmıyoruz biz onun dedim, çünkü en fazla ağzındaki bitince masaya gelmeye alıştırabildim. Masada yedirmeyi başaramadım.

Ama sonra yemeyi mi yesin, masa da mı otursun diye ikilem yaşamaktan her ikisinde de başarıya ulaşamadım sanırım.

Her hasta olduğunda "Bak yemek yemiyorsun vücudun mikroplarla savaşamıyor" söylemleri çektim.

Yaz gelince "Yemeğini yemessen dondurma almam" dedim.

Kış gelince "Yemeğini yemessen oyun alanı yok" dedim.

Yemediği zaman, "tamam kaldırıyorum o zaman masadan tabağı" dedim, kaldırdım.

Daha Afrikalı açlar kozumu kullanmadım.

Tam mutfak masasında yemek yemeye alışıyorduk ki, babamızın salona aldığı Cartoon Network sayesinde yine elimizde tepsi salona taşındık. Soru hep şuydu, masada mı yemesi önemli, yemesi mi?

Geçen gün daha geçen sene beline tam oturan pijama altının belinden düşmeye başladığı farkettim..

İşte şimdi panikteyim..Söyleyin bakalım, masada yemesi mi önemli, yemesi mi, sağlığı mı..? Ben karar verene kadar çocuk açlıktan ölecek yoksa.. :((

Kuzin Abla