29 Eylül 2010 Çarşamba

DİKDÖRTGEN PRİZMANIN GÖRÜNMEYEN YÜZÜNDEKİ AYRITIN AYIRDINDA MISINIZ?





Okulları açtık, açmasına da henüz uyum sağlayabilmiş değiliz. Geçen sene birinci sınıftık uyum süreci oldukça sarsıcı geçmişti bizim için yaklaşık olarak birinci dönemin sonunda anca anlamıştık okullu olduğumuzu..

Kimden mi bahsediyorum? Kendim ve oğlumdan elbette.. Fazla korumacı anneler çocukları adına konuşmaz, "şekil bir a" da görüldüğü gibi biz diye bahsedermiş.. Misal öğretmenine gidip "Biz bu gün okula hazırız.." gibi cümleler kurarlarmış..Çocuklarına adı ile değil "annecim" diye seslenirlermiş. "Bu gün okulda ne yaptın annecim?" gibi.. Walla psikologlar böyle diyormuş bir yerde okuduğuma göre, ama bu aralar kendimi irdelemekten daha ciddi durumlar var bana göre.. Geçen yıl hissetmediğim ama neredeyse bir günde ayırdına vardığım gerçekler.

Bu sabah tesadüfi bir şekilde rastladığım öğretmenimiz sabah sabah bana oğlumun ne kadar okula uyumsuz olduğu ve okumasının ne kadar geri olduğuna dair düşüncelerini büyük bir endişe ile anlatırken gösterdiğim soğukkanlılığın sebebi aslında yaşadığım hayret olduğunu bilmiyordu tabi. Bu konuşmanın ardından günün ilerleyen saatlerinde beynimden geçen düşünceler, ruh halimin gün içinde süratle değişmesine sebep olsa da, şu an itibariyle ki akşam oldu, oldukça rahatlamış hissediyorum kendimi..

Üç aylık bir aranın ardından oğlumun hiç bir şey olmamış gibi kaldığı yerden devam edemeyeceği gerçeği benim için o kadar normal bir şeydi ki, bu nedenle ilk hafta ve hatta bu hafta da bir tepki bekliyordum kendisinden. Netekim daha okullar açılmadan bir gün önce aramızda geçen diyalog bunun bariz bir habercisiydi zaten..

"Oğlum yarın okul açılıyor"
"Keşke okulların açılması ertelense anne"
"Ertelense bile eninde sonunda açılacak, nereye kadar erteleyebilirler sanıyorsun ki?"
"İkinci sınıf bitene kadar!"

Bu yüksek motivasyonun ilk haftalarda gebe olduğu durumları sezebilecek kadar oğlumu tanıyordum elbette. Yanılmadığımı geçen hafta boyunca okuldan eve döndükten yatana kadar geçen zamanda birfiil yaşadım zaten. Ancak bu hafta sanki her şey biraz daha yolundaydı bana göre, ta ki bu sabaha kadar.

Bu sabah ki konuşmanın ardından, tabi şoktan çıktığımda öncelikle kendime bunun beklenmedik bir durum olmadığını söyledim. Beni şaşırtan da zaten ilk haftanın ardından çocukların belirli bir uyum sürecinden geçmesinin neden normal karşılanmadığı idi. "Back to school" piskolojisi oldukça bilinen ve yaşanan bir durumdu bana göre..

Öğretmenimizin tüm telkinlerine rağmen yaz boyu ödev verilen kitaplar dışında bir kitap okuma başarısı gösterememiştik. Gösterememiştik çünkü zaten sene boyunca okula yeni başlamış bir çocuğun saat yedide ödeve başlayıp dokuza kadar araya akşam yemeği de sıkıştırarak, hafta da bir akşam da spora devam ederek oldukça yorulmuştuk.. Ayrıca okulun tatil olduğu dönemde eşim ve ben çalıştığımızdan yine okula gittiği saatlerde bir yaz okuluna devam etmek zorunda kalmıştı. Ancak üç hafta yıllık iznimiz boyunca bizimle dinlenme imkanı bulabildi. Yaz okuluna devam ettiği dönemde benim de işten gelmemle birlikte sene içinde bahçede oynayamadığından ben de apartmanımızın bahçesinde neredeyse her gün uzun uzun oynamasına izin vermiştim gönül rahatlığı içinde. Gönül rahatlığı diyorum çünkü günümüzdeki çocukların apartman hayatı beni gerçekten üzüyor. Aynı benim çocukluğumda olduğu gibi okul tarzı kuralların ve öğretmen kontrolünün olmadığı bir yerde yaşıtları ile vakit geçirerek oynaması benim için önemli bir kavram. Ertesi günü yaz okuluna gideceği için yine tatil boyunca erken uyumaya da devam ettiğinden bu tempo içerisinde hadi çocuğum oturda kitap oku diyecek bir durumumuz olmadı haliyle.. Ha evet oyundan kısarak vakit ayırmaz mıydık? Ayırabilirdik ama bunu tercih etmediğimi söyledim zaten. Sonuç bu sabah yaşadıklarımız.

Eğer oğlum yaz boyu yaz okulu yerine anneanne, babaanne vb bir ev ortamında olmuş olsaydı elbette gün içinde bir saatin en azından okuma çalışmasına ayrılması durumu söz konusu elbette olabilirdi. O zaman okumasında ciddi bir hızlanma olacağına eminim. Ama şu var ki, oğlumun okuduğunu anlamama gibi bir problemi olmamakla beraber, baştan sağma okuduğunu düşündüğüm zamanlarda bile okuduğu metni detaylarıyla anlatabildiğini biliyorum. Bu nedenle de okumayı çok problem etmemiştim bu sabaha kadar, nasılsa zaman geçtkçe onu da hızlandıracaktı.

Yine belirtmek istiyorum ki, bir çocuğun sürekli arkadaşları ile kıyaslanıp rekabete yönlendirilmesi önerilerine de katılmıyorum ve son derece rahatsızlık duyuyorum bu düşünceden. İnanılmaz ama telkin edilen görüş ne yazık ki bu yönde, çünkü bu çocuklardan beklenti sadece başarı üzerine kurgulu. Oysa benim öncellikli beklentim güvende ve huzurlu olması. Okulun başarısına sağlayacağı katkı ikinci planda. Elbetteki başarılı bir öğrenci olmasından gurur duyarım bunun yanısıra. Kapasitesini de bildiğim oğlumun, bu kapasiteyi maksimum düzeyde derslerinde kullanmasını da isterim ve desteklerim, ancak bunu telkin ederken arkadaşlarının başarıları veya başarısızlıkları üzerinden giderek, onlarla kuracağı duygusal bağı rekabete dayandırmak niyetinde değilim. Bu zaten iş hayatına atıldığında hissedeceği oldukça yorucu bir duygu henüz yedi yaşında bir çocuk için ise oldukça sert bana göre..

Çevremdeki pek çok insanın veli olarak ne hisettiğini sanırım yeni anlamaya başlıyorum. Ancak kendi adıma hep şunu savundum, ben hırslı bir anne değilim, ya da kendi hırslarımı çocuğum üzerinde tatmin etmek gibi bir niyetim yok. Onun kendi kişiliği, kendi renkleri, kendi kapasitesi ve kendi öğrenme şekilleri var. Şu ana kadar bunların hepsi bana göre oldukça olumlu gözüküyor. Tek tip öğrenci modelinde yer almasını  ve eğitim sistemi çarkları içerisinde renklerinin solmasını asla istemiyorum. En azından ben evde bu çarklara destek vermek niyetinde değilim.

Sonuç olarak oğluma on günlük davranışları için kızmadım, kızmayacağımda, eğer birinci dönemin sonuna geldiğimizde bu cümleleri duymuş olsaydım endişelenirdim. Ancak okulun açıldığı ilk haftanın sonunda değil. Ben ona güveniyorum ve başarabileceğine inanıyorum.

Ha başlığa gelince.. Bu dün akşam ki ödevimizin bir sorusu idi. Soruda dikdörtgen pirizimanın görünmeyen yüzündeki ayrıt (biz kenar derdik okulda) sayısı soruluyordu. Henüz üç boyutlu cisimlerle yeni tanışmış ve perspektif görüşü üç boyutlu cisim kavramına yabancı olan oğluma bunu anlatmak oldukça zor oldu benim için. Ama bir arkadaşımdan gelen basit ve işe yarayan bir öneri ile buna bir çare bulabildim ve oğluma şöyle dedim :

"Oğlum bir dikdörtgen veya kare prizmanın toplam on iki ayrıtı vardır bu değişmez. Bu tarz bir soru ile karşılaştığında prizmanın görünen ayrıtlarını sayıp, on ikiden çıkardığında, görünmeyen yüzündeki ayrıtların sayısını bulabilirsin"

Teşekkürler Caner :)

Kuzin Abla

15 Temmuz 2010 Perşembe

AYNI NAKARAT HEP AYNI, AYNI!



Eğer havalar güzelse kimsenin bir sorunu yok.. Güneşi görür görmez, sokaklara atıyoruz kendimizi haftasonu olunca.. Ama eğer dışardaki hava evdeki yer cücelerinin sağlığını tehdit edecek bir durumdaysa, oyun alanları, alışveriş merkezleri gezip duruyoruz.. Her alış veriş merkezinde de geçtim "albeni" yi, deyim yerindeyse "tırmalama beni kaşı beni" modunda binlerce güzel oyuncak raflardan gülümsüyor.. Bir kısmını zaten malum çocuk kanallarından tanıyoruz, akrabayız.. İyi de el değmiyor kardeşim oyuncaklara.. İyi bir oyuncak almanın maliyeti özrü kabahatindne büyük bir benzetme ile neredeyse ayakkabı fiyatına..Ayakkabı fiyatları ise ayrı bir yazının konusu..

Yine de gelir düzeyinize göre, çocuğun kalbi kırılmasın diye üç beş ay da bir bir tane alma moduna giriyorsunuz bütçeniz elveriyorsa, şimdi Allah var paraya kıyıp aldığınız oyuncak evladiyelik olmasa da, piyasadaki ucuz Çin malı oyuncaklara göre daha dayanıklı oluyor. Bu da züğürt tesellisi..

Diyelim aldınız oyuncağı aman bir sevinç, bir sevinç ufaklıkta, taaaaaaaa ki eve gelene kadar.. O kadar uzun ve yoğun bir sevinç dalgası yani..

Ertesi hafta yapacak bir şey yok evde sıkılan çocukla gerek sinema, gerek hadi bir şeyler yiyelim, iki dolanalım maksadıyla gene alışveriş merkezindesiniz.. Göxzü kör olmayasıca oyuncaklar gene orda, sırıtarak vitrinden size bakıyor, size bakıyor ama ufaklığa bakmakla kalmıyor "gel bana" diye bağırıyor. Oyuncakçının önünden geçerken hızlanan adımalırınız, kolunuza asılan ufaklığın freniyle yalpalamanıza neden oluyor.. Cümle hazır :

"Bak daha geçen hafta aldım sana oyuncak, bu hafta alamam"
"Tamam da, sadece bakmak istiyorum"
"Yok, zaten vakit yok bak daha yemek yiyeceğiz"
"Anne ne olur, vallahi almıycam bakıcam sadece.."
"Söz mü?"
"Söz..Hadi.. N'olur...!!"

Hop içerdesiniz..

Daha ilk rafın önünde..
"Anne bunu alabilir miyiz?"
"Hayır, daha geçen hafta aldım, konuştuk ya dışarda.."
"Tamam"
"Peki bunu alabilir miyiz..?"
"Hayır.."
"Ama bu pahalı değil ki..."
"Kaç lira?"
"Yirmi"
"Yok alamam, daha yeni aldık, hadi gidelim.."
"Anne ya ben sana kumbaramdan veririm"
"Çocuğum parası için değil, daha yeni oyuncak aldın"
"Ne için o zaman?"
"Öyle habire oyuncak alınmaz.."
"Niye?"
"İşte...aaa zaman da geçmiş.."
"Ama sen pahalı oyuncak alamazsın demiştin bu pahalı değil.."
"Hayır ben oyuncak alamazsın dedim.."
"Ama yirmi milyonun altında alma hakkım vardı"
"Hayır o bugun değildi"
"Ne zaman?"
"O geçen ay söylediğim şeydi"
"Bu ay öyle bir hakkım yok mu?"
"Hayır"
"Neden?"
"...."
"Ama ben bu oyuncağı çok beğendim"
"Tamam oyuncak alma hakkın gelince bunu alırız"
"Ne zaman gelcek"
"Bir ay sonra"
"Ya ben bir ay bekleyemem bu çok güzel"
"Tamam annecim, sabret önümüzdeki ay alalım"
"Şimdi alalım, önümüzdeki ay oyuncak almayız"
"Olmaz"
"Neden?"
"Çünkü her ay bir oyuncak alabilirsin en fazla..."
"Ama ben bunu çok beğendim"
"Hayır"
"..."
"Peki bakı bu beş lira bunu alsak olur mu, hadi lütfeeen"
"Öbüründen vaz mı geçtin?"
"Evet bunu istiyorum, başka bir şey istemiycem söz veriyorum"
"Olmaz"
"Ya beş lira lütfen ben sana eve gidince kumbaramdan veririm"
"Haaaayııır!!"
"Paran mı yok?"
"Parayla ilgili değil"
"Neyle ilgili?"
"Her zaman, her istediğin yapılamaz"
"Neden?"
"Bazen insanların beklemeyi sabretmeyi öğrenmesi lazım"
"Neden?"
"Yaşamı daha sonra kolaylaştırmak için"
"Tamam ben sonra öğrenicem söz.. Şimdi bunu alalım.. Başka bir şey istemiycem.. Öğrenicem tamam mı?"
"Söz mü?"
"Evet evet evet"
"İyi hadi alalımda gidelim.."

Kim kazandı şimdi :)) Ya da kim ne öğrendi? Ama var ya benim yüreğim şişti :)) Sizin?

Kuzin Abla

13 Haziran 2010 Pazar

Yemiyceeeemmm!!!




Ben "Kızım yesene!" lafları ile büyümüş biri olarak, bu lafı duyduğum anda iştahtan kesilirim. Ne kadar yersem yiyeyim mutlu olamayan bir annem ve babam vardı. Yemek yemekten nefret eder olmuştum. Azmetmiştim çocuğum olunca ben böyle olmayacağım..

Fazla azimli değilim demek ki :)

Doğduğu günden beri yemek yemekten nefret eden bir oğul sahibi oldum. Yine de kendi anılarımı hatırlayarak, annemin çok zayıf bu çocuk demelerine aldırmadan, mümkün olduğunca zorlamamaya çalıştım. "Önemli olan sağlıklı olması anne" diyerek annemi geçiştirdim.

Yedi yaşında hala masada beş dakikadan fazla oturamayan ve sonunda dar zamanlar yüzünden kaşık elimde peşinde dolaşmak zorunda kaldığım oğlum yüzünden, ben bu çocuğa daha masada bile oturtamadım diye bunalımlara bile girdim.

Dışarıda yenen yemeklerde peşinde dolaşmıyoruz biz onun dedim, çünkü en fazla ağzındaki bitince masaya gelmeye alıştırabildim. Masada yedirmeyi başaramadım.

Ama sonra yemeyi mi yesin, masa da mı otursun diye ikilem yaşamaktan her ikisinde de başarıya ulaşamadım sanırım.

Her hasta olduğunda "Bak yemek yemiyorsun vücudun mikroplarla savaşamıyor" söylemleri çektim.

Yaz gelince "Yemeğini yemessen dondurma almam" dedim.

Kış gelince "Yemeğini yemessen oyun alanı yok" dedim.

Yemediği zaman, "tamam kaldırıyorum o zaman masadan tabağı" dedim, kaldırdım.

Daha Afrikalı açlar kozumu kullanmadım.

Tam mutfak masasında yemek yemeye alışıyorduk ki, babamızın salona aldığı Cartoon Network sayesinde yine elimizde tepsi salona taşındık. Soru hep şuydu, masada mı yemesi önemli, yemesi mi?

Geçen gün daha geçen sene beline tam oturan pijama altının belinden düşmeye başladığı farkettim..

İşte şimdi panikteyim..Söyleyin bakalım, masada yemesi mi önemli, yemesi mi, sağlığı mı..? Ben karar verene kadar çocuk açlıktan ölecek yoksa.. :((

Kuzin Abla

Biraz da kitap oku:))))




Her sabah, her akşam, her öğleden sonra... Allahım ya çıldıracağım. Oğlum vardı büyüdü. hiç böyle sorunlarımız olmamıştı. Şimdi kızım büyüyor hızla. Ancak hızına hız katan bir konu var ortalıkta. Kılık-kıyafet, süs-püs...

Sabahları sorun olmasın, hemde alışkanlık kazansın diye kızımla ertesi sabahın hazırlıklarını bir gece önceden yaparız. Ertesi gün ne giyilecek hazırlanır, öyle yatılır. Çok aksi bir şey olmadığı sürecede kıyafet konusunda değişiklik yapılmaz.

O gün sabah çok aksi bir şey oldu. Uyuya kaldım. Kızımın servisinin gelmesine 25 dakika var ve benim bir gözüm açılabiliyor sadece:) Tabi hanımefendi kalkmış, ben uyuyorum ya, günlük kreasyon değiştirilmiş. Her zamanki gibi palyaço benzeri ya da yazın kış kıyafetlerinden, kışın ise yaz kıyafetlerinden oluşan bir üçleme-beşleme-onlama... (buna ne denir bilemiyorum) hazırlanmış.

Bir gözüm açık demiştim ya, bu kreasyonu görünce öbür gözüm aniden seyirerek açılmak zorunda kaldı. dışarıda yağmur, dolu ve hava soğuk, hanımefendi şort ve sırtı açık penyeden oluşturduğu, değiştirdiği kıyafetini gözüme sokarcasına "Bak nasıl olmuş, çok güzel değil mi?" dedi.

İşte o an. Koptuğum an. Bir anlık boşlukla "hayat kılık kıyafet değil küçük hanım, biraz otur da kitap oku" deyiverdim...

Bu sözü işiten kız çocuğunun yaşını soracak olursanız...

Henüz ana sınıfında ve okuma-yazması yok:)))))))))

Hakikaten "anne bi sus" yani. Diyecek bir şey bulamıyorum.

Kime olacak kendime tabi ki:)))))))))))

1 Haziran 2010 Salı

Alışırmış insan yalnızlığa


Bu hafta bizim için çok zordu. Oğluşumu kreşe başlattım. O başladı, belki de alıştı ama ben hiç alışamadım. El kadar çocuk dışarlarda orda burda gibi geliyor bana. Dün öğretmenine " öğretmenciğim seni çok seviyorum" demiş. Ne yapsın tanımadığı, bilmediği insanlara o da kendini kabul ettirmek, sevdirmek için çırpınıyor gibi geldi bana.


Yani hayat mücadelesi başladı şimdiden. Alışır diyorlar, evet alışır yalnızlığa...

27 Mayıs 2010 Perşembe

Çocuğunuzu Bilgisayarla Korkutun...




Akşam bilgisayar başındayım. Arkadaşlık paylaşım sitesi Facebook ta (!) dolaşıyorum, maillerime bakıyorum, surf ün dibine vurmuş durumdayım. Yazışmalara yorumlar yapıyorum, müzik dinliyorum, maillerimi okuyorum. Hepsine de laf yetiştiriyorum. Çok eğleniyorum çok.

Bir an durdum, kendime şunu sorma ihtiyacı hissettim. "Ben bu kadar eğlenirken, şu anda ergen oğlum ya da küçük prensesim bu bilgisayar başında olsaydı ne yapardım?" İnanır mısınız bir an kaldım kendimle baş başa. Yemin ediyorum işin içinden çıkamadım.

Ben eğleniyorsam, onlarında eğlenmeye hakkı var. Bu kadar keyif aldığım bir şeyi onlarında deneyimlemesi gerekir. Onlar da zevk alacaklardır. Ama bu kadar saat bilgisayar başında vakit geçirmelerine izin verir miydim? Sanırım vermezdim. Hadi uyku saati, daha dersler, ödevler bitmedi, dişler fırçalandı mı vs. vs..... Yapar mıydım? Evet yapardım.

Peki niye böyle davranacağımı kendi kendime sordum. Sorumlulukları, yerine getirmeleri gereken görevleri olacak ve tahminen bunları da yapmamış olacaklar. Eh sorumluluğunu bilen (!) bir anne olarak da benimde ciyaklama hakkımı kullanmanın zamanı gelmiş olacaktı.

Sonra düşündüm. Peki ödevler yapıldı, dişler fırçalandı, uyku saatine de biraz daha zaman var, o zaman ne olacak? Hah burada kilitlendim işte.

Eğer tüm bunları yerine getirdiyse ve bilgisayar başında bir süre vakit geçirmek istiyorsa ben izin vereceğim dedim kendi kendime. Gerçekten de böyle yapmaya karar verdim.

AMA ÖNCE ÖDEVLER BİTECEK:))))))))

Kafam karmakarışık




Her anne gibi bende istiyorum ki oğlum hep mutlu olsun. Bu nedenle bazen ağır abiye şakalar yapıyorum. Acayip sesler ve danslar yapıyorum. Sırf onunla beraber gülelim diye. Bazen güldürüyorum da genelde benim ne yaptığımı anlamaya çalışıyor.

Geçenlerde yine abuk subuk birşeyler yaptım, ama ne yaptım hatırlamıyorum. Niyetim yine onu güldürmekti. O ise yüzüme bakıp gayet ciddi "anne yapma" dedi ve kafasını çevirdi.

Birden o sulu halimden yeniden ciddi anne moduna geçmem gerektiğini anladım, anladım anlamasına da kendimi çok kötü ve aptal gibi hissettim. Sadece " tamam oğluşum" diyebildim.

26 Mayıs 2010 Çarşamba

O Küçük, Aklı Ermez !!!




Sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz, aklı eren bir zamanların küçüğü olarak sizi uyarmak isterim.

Çok çocuklu ailelerdeki son numara çocukların lehine kullanılıp, bir büyüğü dahi olsa büyük çocuğa söylenen bu dört kelime, büyük olan çocuğu size ve son numaraya karşı hırslandırırken, son numaranın da tüm cinliklerini serbestçe uygulamasına sonuna kadar müsaade eden çok tehlikeli bir cümledir, tecrübeyle sabittir... Ve bunu farketmeyen de yazık ki sadece sizsinizdir...

Şöyle ki ; zamanını çok iyi hatırlayamasam da ki ihtimalle henüz okula gitmiyorken yaptığım bir muzurluk sonucu ablamın bana dersimi vermeye kalkmasına karşılık annem ablama öyle bir yüklenmişti ki :'' Yavrum, o küçük, aklı ermez, sen ablasın, vs... vs...'' o an durup kendi kendime ''şimdi ki yaşımı unutmayım çünkü aklım herşeye eriyor'' diyerek gayet bilinçlice yapılmış, rahmetli babaanemin deyişiyle '' domuzluğumun'' annemce farkedilmemesine gururla sevinmiştim. Ve aklımın gayet ererek yaptığımın canım ablacım da en az benim kadar farkındaydı ama gel de bunu anneme anlat, ona göre ben küçüktüm, hem de beş yaş ve aklım ermezdi !!!

Şimdi üç boy çocuk annesi olarak gözüm en çok son numaranın üstünde, ve inanın domuzluğu yapan da o parmak boyuna rağmen de o, ama bunu anlamak için sizin de son numara olmanız gerek :))

Benim büyük numaralar, annelerinin son numara olarak küçükken yaptığı domuzluklar sayesinde teyzelerinin kaderini yaşamayacaklar, gurur duyarım...:)

susmaycam


Merhabalar...




Üç kızkardeşle büyümüş, üç çocuk sahibi bir anne olarak burada olmazsam olmaz dedim...

Kızkardeşlerim ve benim ''ama anne...'' diyerek başlayıp bir türlü bitiremediğimiz cümlelerimizin, çocuklarımız tarafından nefes almadan tamamlanıyor olmasına şaşırdığım tam da şu günlerde burası bana ilaç gibi geldi... Şimdi cevabını aradığım şey şu ; acaba ben mi annem gibi olamadım, yoksa çocuklar mı bizden daha cesur ?

Sanırım bu ve benzeri sorularımın cevaplarını yazdıkça düşünecek, düşündükçe de burada yazarak (UMARIM!) bulacağım ve sizlerle paylaşacağım.

Burada olmam için beni yüreklendiren can dostuma da burdan tekrar çook teşekkür ediyorum,

Haydi rastgele...

SEVGİLER...

SUSMAYCAM

E Hani Bana Aferin?




Anlaşıldı biz annelerimizden şikayetimiz bitmeden bizim çocuklara geçemeyeceğiz.. Bari içimizi boşaltalım da iyice bi rahatlayalım.. Yok yok annemin haberi yok bu blogdan.. Söyler miyim? Belki sonra :)

Söylemesi ayıptır kırk yaşıma beş var bu aralar.. Kendimce ufak tefek başarılara imza atıyorum, haliyle de kendimce onurlar duyuyorum bundan. Her haftasonu mutlaka ziyaret ettiğim anneme de ucundan bucağından bahsediyorum bunlardan. Hayır hala hepsinden bahsetmiyorum walla. Size de oluyor mu bilmem ama anlattığım her hikayenin peşine düşüyor sonra, ne oldu diye :)

Yine geçenlerde bir haftasonu ziyaretinde keyifle anlatıyorum "İşte şöyle oldu anne, böyle oldu anne, şurada başarılı oldum" falan diye kasım kasım kasılarak anlatırken, bir aferini hakettim diye düşünüyorum haliyle.. Annem şimdi sıcacık bir sarılır öper beni tebrik eder sanıyorum, bir sırtımı sıvazlar en azından.. Ama ne oluyor bilin, annem ağzı kulaklarında gülümsüyor "Aferin bana çok güzel çocuk yetiştirmişim"..

E pes yani anne, hani bana aferin?

Kuzin Abla

Büyümek İsteyen Çocuk Doğursun!



(Ama çok da değil, 2 yeter...)

Hep şuna inandım. Çocuklarım beni büyütüp geliştirdi (vallahi yalan yok, gerçek bu)

Eskiden kızdığım, sinirlendiğim olaylara artık daha olumlu, daha pozitif bakabiliyorum.

Çok tepki verdiğim olaylara, daha sağduyulu yaklaşabiliyorum.

Keyfi bozulmasın diye çocuk yapmayan insanlara bakıyorum da, ben ve benim gibilerden gerçekten çok farklılar. Çocuklarımızda kızdığımız davranışları sergileyebiliyorlar. Büyümeleri gerekiyor diye düşünüyorum.

Özellikle de, sırtının terleyip terlemediğini kontrol ettiğimiz, karnı aç mı tok mu diye endişelendiğimiz, duvarın üstünde gezerken "bir gün düşecek aklı başına gelecek" dediğimiz günler geçipte, aynı frekansı yakaladığımız yaşlara gelince o kadar çok şey öğretiyorlar ki bize. Farklı ve genç bir bakış yakalanabiliyor bu öğretilerde. Tabi onların büyüdüklerini de kabul edebilme becerisi de bizlerde yatıyor. 18-20'li yaşlara gelen çocuklarımıza "o hala bir çocuk" deyip, söylediklerini dikkate almazsak bu gelişim yaşanamaz.

Çocuklarımı büyüttüğümü zannederken, aslında onlar beni büyüttüler fark etmeden ("yaşlanıyorsun" diyenleri şiddetle kınıyorum bu arada:).

Büyük teşekkürlerim çocuklarım için...

(Bu satırları yazıyor olmam yeri geldiğinde ciyak ciyak bağırmayacağım anlamını taşımamaktadır. Bilgilerinize...)


Karamelita

Ben O Yıllar Önce Tanıdığın Küçük Kız Değilim Anne!




Daima içimdeki ben ile çevremdekilerin tanıdığı ben farklı kişiler olmak zorunda kaldı, mükemmeliyet peşinde olan annem yüzünden.. Haksız mıydı? Ne yazık o zamanlar kızıyor olsam da şimdi düşününce haksız bulmuyorum. Mükemmel elbisesi içinde bir haylazdım ben oysa.. Yıllarca ben annemi, o da kendini kandırdı durdu. Anne olduğumda ben böyle olmayacağım dedim durdum bende kendi kendime.. Değil miyim sahi?

Evimizin sokağından çıktığım anda değiştiriğim kimliğim, yine sokağın başına geldiğimde, bir evin bir kızı moduna geçerdi. Oysa o sokak sınırını geçtiğim anda, ruhumdaki bütün serserilikler ve göz karalıklarım çıkardı saklandığı yerlerden..

Bir işe yaramış mıydı annemin bana o zamanlar koyduğu yasaklar, yaramamıştı sanırım, ben yine bildiğimi okumuştum özünde, doğrusunu bilerek yapmıştım yalnışları.. Yine yapıyorum.. Acaba biz anneler çocuklarımızı olduğu gibi kabul etmiyorda, onları istediğimiz gibi mi yapmaya çalışıyoruz. Onların renklerini tek renge çevirmeye çalışıyoruz büyük ihtimalle. Amacımız kimi zaman elalem, kimi zaman korumak, kimi zaman bizim yapamadıklarımızı yapmalarını sağlamak..

Şimdi biliyorum ki benim oğlumda aynını yapacak, dinleyerek değil, yaşayarak öğrenmek yolunu seçecek, peki ben ne yapacağım.. Yapmak istediklerini ya da yapacağını biliyorum tüm söylemlerime rağmen mi diyeceğim ona, bir çeşit kapıları mı açacağım, yoksa annemin yaptığı gibi yasaklar konusunda ısrarlı olup, ya tutarsa diye mi düşüneceğim..

Peki ben bu kadar kontrole, bunca başına buyruk oldu isem, gerçekten düşünüyorum ne faydası oldu bu sınırların bana.. Sadece gizli saklı yaşandı yaşananalar, yapılacaklar ve kimse duymadı. Fena bir sonuç sayılmaz.. :)

Oğlum büyüdükçe düşünüyorum şimdi.. Yapacağını bilip de bilmezden gelerek, kendine zarar vermeden atlatmasını nasıl sağlayacağım? Çok basit aslında doğruyu yanlışı anlatarak diyeceksiniz biliyorum. Ama dinlemeyecek biliyorum, çünkü bende dinlemezdim. Ezberlenmiş laflardan öte değillerdi onlar benim için, ergenliğim boyunca hayatımda eğreti otu olarak kaldılar sadece, belki sonrasında tozlu raflardan indirip ezberleri tekrarlayarak çıktım bir çok dikenli yoldan.. Ama ı-ııh ergenlik de değil.

Aslında çok da masun bir başkaldırıydı düşünüyorum da şimdi, sadece kendim olmak istiyordum, keyif aldığım şeyleri arkadaşlarımla paylaşmak.. Gerçekten dışarısı odaklı bir yaşam felsefesi vardı kafamda. Babam İtalya'ya gittikten yaklaşık iki ay sonra bir gün annem ağlamıştı. "Hep arkadaşlarınla dolaşıyorsun, benimle hiç bir şey yapmak istemiyorsun, ne kadar yanlız olduğumun farkında mısın?". Gerçekten çok şaşırmıştım. Hayır değildim. Annemin farkında bile değildim sanırım. Çok üzülmüştüm böyle düşünmesine, o ise iki aydır benden "Haydi anne gel birlikte bir şeyler yapalım" lafını duymak için beklemişti. Niye beklemişti ki söyleseydi keşke..

Ergenlik böyle bir şey sanırım.. Kızamıyorum kendimi düşündükçe onlara bu sebepten.. Ama benim oğlum ergen olunca bana bunları hatırlatın olur mu :)

Ah anneciğim ben hiç bir zaman senin o olmamı istediğin cici kız olmadım :) Hala da olmak istemiyorum..

Kuzin Abla

25 Mayıs 2010 Salı

Bir Oyun Keşfettim




Geçen gün, bahçeden yeni gelen kızım ağlıyordu. Apartmandaki bir arkadaşına gitmek istiyordu.

Halbuki bahçeye gitmeden önce evde yapması gerekenleri konuşmuştuk. Eve gelince oyuncaklarını toplayacak, dağınık bıraktığı kıyafetlerini yerlerine yerleştirecekti.
Buna rağmen ağlamaya devam edip, arkadaşına gitmekte ısrarlıydı. Ama bir yandan da bana yardım etmek istiyordu (muş....).

Benim de bir anda aklıma bir fikir (vahiy diyelim) geldi.

"Hadi gel seninle bir oyun oynayalım. Ama kuralları yıkmak yok, anlaştık mı" dedim. "Kural" dediğimde haliyle biraz duraladı. Ama "tamam" dedi.

"Şimdi, önünde iki seçeneğin var." (bu arada parmağımla iki yaptım)

"Birincisi, arkadaşına gidebilirsin. Ama verdiğin sözü tutmadığın için, oyuncaklarını ben toplayıp yorulacağım ve de sana sinirleneceğim. Ama sen, arkadaşına gittiğin için mutlu olacaksın." (Bu arada uyumasına 1 saat kalmış ve halet-i ruhiyesi pek oyuna müsait değil haliyle:)

"İkincisi, oyuncaklarını toplayıp, yatmaya hazırlık yapacaksın. Ben de, bana verdiğin sözü tuttuğun için mutlu ve yorulmamış olacağım." dedim.

"Kural da şu. Bu iki seçenekten birisini tercih edeceksin. Hangisini seçersen, seçmediğin diğeri için üzülmek, ağlamak yok. Onu unutacaksın, ah keşke öbürünü seçseydim demeyeceksin, tamam mı"

Kızım "tamam" dedi ve karar vermesi epey zaman aldı:)))))))

Sonuçta evde bana yardım etmeyi seçti (vallahi baskı falan yapmadım:). Kuralımıza da uydu, diğerini (arkadaşına gitme) unutacağını söyledi.

Bu iş benim çok hoşuma gitti. Bir seyahat sırasında yine bu oyunu oynadık. Bu sefer 3 seçenek vardı. Seçmediklerini unuttu gitti......

Onlar için üzülmedi.

Sanırım güzel bir yol yakaladım. Tercih onun tercihi. Bir gün gelecek bu seçenekleri kendisi üretecek ve seçmediğine üzülmeyecek.

Açıkçası bu oyun bana da ders verdi. Çoğu zaman kararsız kaldığım konular olmuştur, olmadı değil. "Acaba öbürünü yapsaydım daha mı iyi olurdu?" deyip bocaladığım çoktur. Kendi kendime de bu oyunu oynamak için söz verdim. Diğerlerini şimdiden unuttum bile:)

Karamelita

23 Mayıs 2010 Pazar

Amman Kimseler Duymasın.....




Lise ve üniversite yılları, kavak yellerinin tam gaz estiği yıllar...

Kendim, şu aralar oğumdan da çok iyi bildiğim için, arkadaşların aileye tercih edildiği yıllar...

Ne çok debelendiğimi, isyan ettiğimi hatırlıyorum. Arkadaşlarımla bir şeyler yapabilmek uğruna, annemi ne çok kırdım. Sonrasında üzülmedim mi, üzüldüm tabi ki. Ama pişman da olmadım hiç.

O yaşlarda gezmeler, eğlenmeler vs. genelde gizli. Açık açık söylesek izin verilmeyecek (alt tarafı kız kıza muhabbet edeceğiz). Eh bu durumda ne olacak, gizli saklı yapılacak. AMA YAPILACAK.

Bir engel çıkardı genelde önüme. "Sen neden gidiyorsun onları evine, bize gelsinler." Var mıydı böyle bir şey... Vardı valla. Ya izin verilmez ya da kızlar eve çağrılırdı. Ev hanımı olan annem de muhabbete iştirak eder ve böylece hayaller güme giderdi.

O yaşlarda her şey ilk ve ilklerin tadı ömür boyu unutulmaz, hepimiz biliyoruz... Hele de gizli saklı yaptın mı, mıh gibi çakılır kalır aklına.

Dönüp bakıyorum ara ara kendime, o yıllarıma. İyi ki de yapmışım diyorum. Ama şu da bir gerçek ki, kendi kendime yada annemin zoruyla koyulan kurallar vardı. Hiç bir zaman da aşmadım onları. Tadıyla keyfiyle yaşadım.

Pişman değilim. Yine olsa yine yaparım.

Karamelita

21 Mayıs 2010 Cuma

Düşündüklerini Yazmaya Nasıl Başlanır?????







Yazmak mı?

O nedir?
Ben sadece konuşurum. Düşünüp, düşünürken konuşabilen ender bir yapım var benim:)

Bir seyahat sırasında kızımın söylediği bir söz üzerine, blog oluşturmaya karar verdik. Yazmayı gerçekten hakkını vererek yapan canım arkadaşım sayesinde de, becerebilirsem aklımdakileri burada paylaşmaya çalışacağım.

Zorlansamda keyifli bir iş olacağı kesin.

İlkokula başlama arefesinde bir kız çocuğu ve üniversite sınavına hazırlanan bir ergen sahibi anneyim.

Bir yandan ergenlik git-gelleri, bir yandan barbie ler ve pespembe bir hayat içinde yoğurulup gidiyorum. Bazı zamanlar neler yaşadığımı düşünecek vaktim bile olmuyor.

Sanırım burada bunları paylaşmak hepimizi olduğu kadar beni de rahatlatacak. En azından böyle düşünmek istiyorum:))))

İlk yazı denemem olduğu için şimdilik bu kadar demek istiyorum.

Yazdıkça açılırım kanaatindeyim......

Türküm, Ergenim, Mutluyum!

Sene benim lise yıllarımın ikincisi, bir arkadaşım var, yapışık dolaşıyoruz.. Ama o kadar çok konuşuyoruz ki, öğretmenler yaka silkeliyorlar bizden.. Oysa biz gülmekten yerlere yatıyoruz sürekli. Okuldan birlikte çıkıyoruz, konuşuyoruz, konuşuyoruz, konuşuyoruz.. Hiç bitmiyor sohbetimiz.. Mutluyuz..

Aynı sene, ilk dönem sona ermeden yapılan meşhur veli toplantısı sonrası, annem gözleri yerinden fırlamış, yüzü kıpkırmızı giriyor eve.. Belli ki bayağı methimi duymuş toplantıda, üzerine de dokuz tane zayıf notum olunca, haliyle annemden geriye bir atom bombası kalmış.. Bağırıyor evin içinde sürekli.. Üff bu kadar mı kötüyüm gerçekten.. Oysa hayat çok güzel..

Aynı akşam ben odamda ders çalışıyorum. annemin düşülen gözüne yeniden girmek var. Ha gayret çalış bakalım, sanki böyle olunca kurtulacak o zayıflar.  Kurtulmuyor tabi, ilk dönem karnesinde yedi tane zayıf inci gibi dizili duruyor, ama annemin tepkisi ilki kadar sert olmuyor bu defa, alışıyor haliyle insanoğlu herşeye.. Ya da ben bilmiyorum başıma gelecekleri henüz.

İkinci dönem başladığında ise anlıyorum hanyayı, konyayı. Sınıftaki çalışkan arkadaşlar bize davet ediliyor, benim eğitim almayan beynimi eğitmek üzere. Arkadaşlarım özenle seçiliyor. Hafta sonları sabahtan okulun kursuna, arkasından dershaneye yazdırılıyorum. Yazdırılıyorum,  çünkü hiç istemiyorum gitmek. Kendime ayıracak hiç zamanım olmayacak mı benim.

Bu arada sürekli telkin yolu ile beynim yıkanmaya çalışılıyor. Ama gelin görün ki ergenim. Yağmur yağdığından sokaklarda çıplak ayak şarkılar söyleyebilecek kadar mutluyum hala.

Anneme çok kızgınım aslında, neden bu kadar zorluyor beni..

Sınıf öğretmenimizle aynı sokakta oturacak kadar şansızız, annem ikide bir öğretmenimin yolunu kesip erkek arkadaşım var mı diye soruyor. Öyle ya, bi kızın aklı niye bu kadar havada olabilir ki? Ah annem yok diyor öğretmenim işte niye inanmıyorsun ki..? Erkek arkadaş konusunda bir sonuca varamayan annem, hedefi on ikiden vurarak, çok sevdiğim ve aynı sırada oturduğum arkadaşımla beni ayırması için sınıf öğretmenimizi ikna ediyor. OFFF ANNE Bİ SUS! diyemiyorum ve arkadaşıma daha çok yapışıyorum, kocaman kızım ben artık kiminle konuşacağıma kendim karar verebilirim. Okuldan çıktıktan sonra tabi. Ama annemin ahı tutuyor sanırım ki yıl sonuna doğru yapıştığım arkadaşımla saçma bir olaydan birbirimize küsüyoruz. Annem ne kadar haklıymış meğer :)

Haftasonu sabahları yine sokağımızda oturan öğretmenimin kursu olduğu için okuldan kaçamama rağmen, öğleden sonra gönderildiğim dershaneye bütün çocukların birinci dönem kaynaşıp, ikinci dönem damdan düşer gibi gelen benimle hiç konuşmadıkları için gitmiyorum. Dershane saatleri boyunca hava koşullarına göre, gerek sokaklarda geziyor, gerekse misafirliklerde bulunuyorum. Sonra sanki hiç bir şey olmamışta bütün gün dershanedeymişim gibi eve geliyorum.

Sonuçta ne mi oluyor, ikinci dönem karnemde hiç zayıfım yok ve teşekkürü bir notla kaçırmışım. Zavallı annem rahat bir nefes almış, beni sıkıya aldığı için kendiyle gurur duyuyor. Mutlu son.

Nasıl mı yapmıştım. İnanın bende bilmiyorum.

Ama annemle şimdi bu konuyu konuştuğumuzda olayın ergenliğin gözü kör olduğundan görmediğim taraflarını yakalıyorum haliyle. Annem ekonomik krizdeki aile bütçesinden kısarak beni yolluyor o dershaneye.. Bende aklım o kadar yetiyor olmalı ki, her ay elime tutuşturulan parayı götürüp dershaneye yatırıyorum ve hiç bir derse girmiyorum. Dershaneden de kimse şimdikiler gibi, çocuğunuz gelmiyor diye anneme haber vermiyor. İşin acısı zaten sınıfımı geçmek için o desrhaneye ihtiyacım yok. Annem bunu anlamıyor, ben de annemin ne zorluklarla sınıfımı geçebileyim diye uğraştığını anlamıyorum. Şimdi sadece konuşup gülüyoruz..

Sevgiler
Kuzin Abla

20 Mayıs 2010 Perşembe

Sana güveniyorum yavrum, çevreye güvenmiyorum




En çok da bu lafı duydum ben büyürken.. Ne zaman arkadaşlarla bir yere gidecek olsak, "Sana güveniyorum yavrum, çevreye güvenmiyorum" başlıklı veya içerikli bir konuşma ile önümü kesmeye çalışırdı annem.

O zamanlar şimdiki kadar cafe bistro, pub, bar diye bişeyler olmasada, şu Türk filmlerinde gördüğümüz disco tarzı yerler gerçekten vardı. Okulu asıp gündüz vakti diskoya gittiğimiz bile oldu. O kadar kısırdı yani sosyal hayat.. İçkilere ilaç atılan Türk filmleri gösteren tek kanallı televizyon bizim, sosyal paylaşımlarımızın önündeki en büyük engeldi.

Niye önce bana değil de çevreye güvenmek gerektiğini anlamak için anne olmam gerekecekti elbette ama, yıllar boyunca annemin el kitabından hiç eksik olmayan bu cümle tüylerimi diken diken etmeye yetip de artmıştı bile. "ANNE Bİ SUS!" demek isteyipte yutkunduğum çok olmuştu.

Acayip çevreci bir annem vardı anlayacağınız, tek kişilik bir örgüt gibiydi. Bir yandan kız başıma bir yerlere gitmemden endişe duyarken bir yandan da bana "Erkek arkadaşların tabi ki olacak, ama gurup içinde.." diyerek arkadaşça ve anlayışla yaklaşmaya çalışıyordu kadıncağız.

Şimdi annemle yaptığımız sohbetlerimizin konusunda hala bu var, onca engellemeye rağmen acaba ben yapacaklarımdan geri durmuşmuydum. Kısmen, belki.. Henüz hepsini itiraf edemedim kendisine, ama çoğunu gizli saklı yine de yapmış, kül yutmadığını düşünen zavallı annemin arkasından epeyce dolap çevirmiştim. Artık diyecek laf olmadığındanmıdır, dinledikçe gülümseyen annem, bundan yıllar önce duymuş olsaydı neler olurdu düşünmek bile istemiyorum. Zaman her şeyin ilacıdır dedikleri bu olsa gerek.

Şimdi dolap çeviren değil, dolap çevrilen kişi rolüne geçtiğimden, çoğunlukla oğluma bu merkezde yaklaşmaya çalışıyorum. Çalışırken de anlıyorum ki, insan hakikaten kendini kül yutmazmış gibi hissediyor.

Ama daha yedi yaşında olan oğluma sana güveniyorum yavrum, çevreye güvenmiyorum dememi gerektirecek bir pozisyonumuz yok tabii.. Olmayacak mı, olacak.. Bu cümlenin modernizesi var ise, acilen ihtiyacım var.. Şimdiden erken ergene hazırlanmam lazım çünkü..

Sevgiyle
Kuzin Abla

Başlarken...

Günümüzde çocuk yetiştirmek gerçekten hüner istiyor.. Yetiştirmek kelimesi de öyle sözlük de durduğu gibi durmuyor, artık çok farklı anlamlar yükleniyor. Okula yetiştirmek, spora yetiştirmek, baleye yetiştirmek, sınıfın başarılı öğrencilerine yetiştirmek.. Oysa hepimizin en temel arzusu onların huzurlu, mutlu ve güvende olması..

Oysa bizler annelerimizin kaşı gözü ile idare edilmiş nesilleriz. Annelerimize kulak verecek olursak öyle konulduğumuz yerde oturan, bu günkü çocuklara bakacak olursak birer embesil denebilecek türden yaratıklarmışız sanırım.

Şimdiki çocuklara suratınıza ek kaş göz bile taktırsanız mümkün değil bu şekilde müdahale etmek.. İşte bu siteyi yapma fikri de biz bir grup kadının çocuklarıyla yaşadıkları ile başetme konulu bir sohbet sırasında ortaya çıktı. Şehirlerarası bir yolculukta dergiden çıkan kartonu ikiye katlayarak kendisine "lap top" yapmış altı yaşındaki arkadaşımın kızı, konuya müdahil olmaya çalışarak "kraloyun.com'a mı bağlanacaksın kızım?" diye sorması üzerine aldığı cevap "Hayır, anne bi sus nokta koma bağlanıcam!" olunca, hepimizin annelerine doğduğu günden bu yana söylemek isteyip de söyleyemediklerimiz olduğunu farkettik..

Annelerin el kitabına yeni maddeler gerekiyor artık.. Biz de zaman zaman çocuklarımızla, zaman zaman annelerimizle yaşadıklarımızı, zaman zaman ise düşünüp de söyleyemediklerimizi anlatarak içimizdeki annelere "Bi sus!" demeye çalışacağız. Bunu yaparken de kendimizi ele vermemek için gerçek adlarımızı kullanmayacağız..

Anne bi sus nokta kom'a hoşgeldiniz...

Kuzin Abla